İkinci Dünya Savaşı yeni bitmiş. Paris’teyiz. Kahramanlarımız, savaş yıllarında Fransız direnişinin bir parçası olan bir grup entelektüel. Romanımızın adı: Mandarinler. Yazan: Simone de Beauvoir.
Yazarın en önemli, en ses getiren eserlerinden biri Mandarinler. 1954 yılında Goncourt ödülünü de almış. İkinci Dünya Savaşı’nı yeni atlatmış bir ülkenin, Fransa’nın, entelektüel kesimine, sol anlayışına, bu kesimin içindeki tartışmalara, basının rolüne, kişilerin bu zor yılların ardından büründükleri ruh hallerine, kadınlığa kapsamlı ve derinlemesine bakmasının yanı sıra, anlattığı karakterlerin başta yazarın kendi olmak üzere, gerçek kişilerden esinlenmiş olduğu dedikodusuyla da çok ilgi çekmiş roman. Beauvoir’ın koskoca yirminci yüzyıl boyunca hayat arkadaşı olan Jean Paul Sartre’ın romanda Dubreuilh, Nobel ödüllü yazar dostları Albert Camus’nün de Henri olarak karşımıza çıktığı düşünülüyor. Roman iki anlatıcıyla ilerliyor, Dubreuilh’in eşi Anne da anlatıcılardan biri, yani dedikodulara göre bizim Simone teyze:) Diğer anlatıcı ise, kurgu eserlerde sık sık karşımıza çıkan şu malum Tanrı yazar. Yani o da Simone Teyze.
Mandarin, Avrupalıların Çin Devlet memurlarına verdikleri ad, Kuzey Çin’de konuşulan lehçe, eski bir Çin lehçesinde de bilgin sınıfına verilen isim. Beauvoir, aydın kesimi anlattığı romanı için bu ismin çok uygun olacağını düşünmüş. Hadi size küçük bir tüyo vereyim: Beauvoir’ın romanı yazdığı sıralarda sevgilisi olan, ömrünün sonuna kadar da, aşığı olarak değilse de, dostu olarak yanında kalan, Claude Lanzmann önermiş bu ismi aslında. Lanzmann, Mandarinler’de olayların, gerçek hayatta da Sartre ve Beauvoir’ın hayatının odak noktası olan Les Temps Modernes dergisinin genç baş editörüymüş o yıllarda. Sonradan da, önemli bir film yapımcısı oluyor...
Kafalar karıştıysa, açıklığa kavuşturalım. Evet, Sartre ve Beauvoir 1929 yılında tanışıyorlar ve Sartre 1980 yılında ölene kadar da birlikte kalıyorlar. Ama özgür bir ilişki onlarınki. Araya her iki taraf için de başka sevgililerin girdiği ama önceliğin hep birbirlerine verildiği. La Coupole’de yedikleri öğle yemeklerinde yazdıklarını, düşündüklerini, siyasal bağlanmalarını, varoluşcu yaklaşımlarını paylaşırken aralarına hiçbir kara kedinin girme şansı yok.
Mandarinler’deki ana kadın kahramanımız psikolog Anne da hayatının en büyük fiziksel heyecanlarını Fransa’daki hayat arkadaşı, filozof Robert Dubreuilh ile değil, Amerika’da tanıştığı yazar sevgilisi Lewis Brogan ile yaşıyor. Ama Fransa’daki hayat arkadaşından da asla vazgeçemiyor. Yani Mandarinler bir yanıyla da büyük bir aşkın hikayesi. Ve bu büyük aşk da gerçeğe dayanıyor. Yani öyle diyorlar. Ama bu mesele benim kafama çok takıldığı için, yanlış anlaşılmasın sadece aşk meselesi değil, genel olarak romanın ne kadarının gerçek olduğu meselesi aklıma takılan, araştırmacı okur olarak, sizler için olayın izini sürdüm. Romanı bitirdikten sonra Sartre-Beauvoir ilişkisini tüm yönleriyle anlatan Claudine Monteil’ün Özgürlük Aşıkları kitabını da okudum. Valla o da öyle diyor. Romandaki Lewis, Amerikalı yazar Nelson Algren’in ta kendisi gibi duruyor. Algren de, tanınmış bir yazar. Ulusal kitap ödülünü kazandığı Altın Kollu Adam adlı romanı sinemaya da uyarlanmış. Araştırmacı okurunuzdan bir küçük tüyo daha: Simone teyzemizin "Nelson Algren’e Aşk Mektupları" adlı kitabını da okursanız, bu aşkın iç yüzünü tüm gerçekliğiyle daha da iyi anlayabilirsiniz. Ama önce Mandarinler...
Bu bölümde adı geçen kitaplardan, esas kız “Mandarinler” ve “Nelson Algren’e Aşk Mektupları” Alfa Kitap tarafından yakın zamanda yeniden yayımlandı. Mandarinler’in çevirisi İlkay Kurdak’a ait. Roman, daha önce Afa, Altın, İmge gibi yayınevleri tarafından da yayımlanmış ülkemizde. Hani eski kitaplara meraklıysanız diye söylüyorum. Mektupların çevirisini ise iki çevirmen ortaklaşa üstlenmişler: Tülay Evler ve Pınar Öztamur. Bu kitap da daha önce Gendaş Kültür tarafından ülkemiz okurlarına ulaşmış. “Özgürlük Aşıkları” ise Can Yayınları’ndan, çevirmeni Elif Gökteke. Nelson Algren’in Altın Kollu Adam romanı da Versus Yayınları’dan çıkmış, Algan Sezgintüredi’nin çevirisiyle.
Bölüm konuğumuz ise Milliyet Sanat dergisinin yayın yönetmeni canım arkadaşım Filiz Aygündüz’dü. Ayrıca Filiz’in Doğan Kitap’tan çıkan iki de romanı var: Kaç Zil Kaldı Örtmenim ve söyleşimizde de adı geçen Prens Prensesi Sevmedi. İkisinin de yayıncısı olmak zevki bana aittir efendim:) Filiz’e bu söyleşi için de ÇOK teşekkür ediyorum.
#denizyücebaşarır #podcast #benokurum #simonedebeauvoir #mandarinler #filizaygündüz
Ещё видео!