Azınlık olarak doğmak, insanların yarattığı sistem tanrısının size düşman olması demek…
Dünyanın neresinde olursanız olun, azınlık gruplarda doğmanın dezavantajlarını yaşarsınız. Hele ki ırkçı ve kinci topluma, hükümete sahip bir ülkede azınlık olarak doğduysanız, sistem tanrısı kesin sizden nefret ediyordur.
Dünyanın hemen her yerinde geçerlidir bu kural; mesela Amerika’da siyahi, Meksikalı, Latin veya Asyalı ya da Avrupa’da Hint veya Orta Doğulu doğarsanız tanrının bütün gazabını üstünüze çekersiniz. Gelin haritayı küçültelim; Türkiye’ye gelelim. Türkiye’de bu gazabı üstünüze çekmek için Kürt, Alevi, Ermeni veya Musevi doğmanız yeterli. Bu durum kıtlara ve ülkelere göre farklılık gösterse de öyle dört grup var ki dünyanın neresine giderseniz gidin, onlara yapılan düşmanlığı görmemeniz mümkün değildir. Çünkü insan statüsünde bile değillerdir.
Peki kimlerden oluşur bu 4 grup? Çingeneler, göçmenler, eşcinseller ve kadınlar…
Bugünkü konumuz, dünyanın en kalabalık azınlığı olan kadınlar.
Türkiye’de günde en az iki kadının öldürülüyor. Kadınsanız böyle bir ülkede, her an hayatınız tehlikede. Üstelik bu tehlike en yakınınızdan da gelebilir.
Türkiye 11 Mayıs 2011'de İstanbul Sözleşmesi’ni ilk imzalayan ve 24 Kasım 2011'de parlamentosunda onaylayan ilk ülke oldu. Bu sözleşme 45 ülke ve Avrupa Birliği tarafından imzalanan, kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddeti önleme ve bununla mücadelede temel standartları ve devletlerin bu konudaki yükümlülüklerini belirleyen uluslararası insan hakları sözleşmesiydi… Burada geçmiş zaman kullanıyoruz çünkü kadını korumaya ve yaşatmaya yönelik bu sözleşme 20 Mart 2021 tarihinde Resmî Gazetede yayımlanan 3718 sayılı cumhurbaşkanı kararı sonucunda Recep Tayyip Erdoğan tarafından feshedildi.
Kadınlar kendi mücadeleleriyle imzalanan sözleşmeden bir gecede çıkılmasını kabul etmediler ve kararı Danıştaya taşıdılar. Mahkeme salonu kadınlarla, kurban aileleriyle dolup taşmasına rağmen, yargının ve adaletin bağımsız olmadığı bir ülkede, Danıştaydan çıkan hukuki garabet niteliğindeki karar elbette kimseyi şaşırtmadı. Kadınlara yönelik şiddetin önlenmesi konusundaki İstanbul Sözleşmesi'nden Türkiye'nin çekilmesine ilişkin Cumhurbaşkanı kararının iptali için açılan davayı Danıştay 10. Dairesi reddetti.
Bunun tersine karar vermek kimin haddine? Karar Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu'nda temyiz edilebilir ancak sonucunun değişmesi beklenmemeli. Çünkü Danıştay kararının anlamı şu: TBMM'nin kabul ettiği bir yasayla yürürlüğe giren bir uluslararası antlaşmalardan Türkiye, Cumhurbaşkanı'nın tek yanlı bir kararıyla çekilebilir. Meclis'in iradesini hiçe sayarak…
Kararla birlikte, hukukçu Kerem Altıparmak’ın da dediği gibi “cumhurbaşkanından da büyük bir cumhurbaşkanı” yaratılmış oldu.
Duruşmadan evvel HDP İstanbul Milletvekili, Avukat Züleyha Gülüm’le Danıştayın verebileceği kararları masaya yatırmıştık. Danıştay kararını yine kendisiyle değerlendirmek istedik ve şu can alıcı soruyu sorduk: Bundan sonra bu coğrafyada kadınların hayatı, geleceği ve güvencesi nasıl korunacak?
Bakalım anlatacakları bizleri şaşırtacak mı?
Konuk:
Züleyha Gülüm - HDP İstanbul Milletvekili / Avukat
Ещё видео!