Allah ile dostluğu ilerletmiş olan tasavvuf büyüklerinden bazıları naz, bazıları ise niyâz makâmında bulunurlar. Niyâz yani istek makâmı, sevenlerin hâline uygundur. Çünkü seven kişi, yani âşık sevgilisinden sürekli talepte bulunduğu gibi, Allah’ı seven kişi de ondan Cennet’ini, cemâlini vs. ister, duâ ve niyâz eder. Naz ise, seven değil, sevilen kişilerin hâlidir. Bir kişi, başkası tarafından sevildiğini fark edince gelin adayı gibi nazlanır. Cenâb-ı Hak tarafından sevildiğini düşünen, bunu fark eden velîlerde bu naz makâmı oluşur. Allah ile samimi, şakalaşır gibi konuşurlar. Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allah onları (mü’minleri) sever, onlar da Allah’ı severler” (Mâide, 5/54) buyrulmaktadır. Demek ki bu sevgi aslında iki yönlüdür. Ancak sevildiğini hisseden kişilerde tabiî olarak nazlanma hâli öne çıkar.
Tasavvuf tarihinde naz makâmında Allah ile konuşup şakalaşan sûfîlerin başında Ebu’l-Hasan Harakânî gelmektedir. Kendisinden bu konuda nakledilen bazı rivâyetler şunlardır:
Harakânî şöyle demiştir: Cenâb-ı Hak bana bir kapı araladı, O’nun şöyle dediğini duydum: “Ben gökteki ve yerdeki herkesin günahını affederim, sadece beni sevdiğini iddia eden kişiyi affetmem.” Dedim ki: “Senden af yoksa, benden de (seni sevdiğim için) pişmanlık yoktur. Sen vur, biz de vuralım. Söylediğimiz sözden dolayı pişman değiliz.”2
Harakânî şöyle demiştir: “(Allah Teâlâ’ya) dedim ki: Beni Cennet ile ümitlendirme, Cehennem ile de korkutma. Bu ikisi, diğer insanların mekânıdır. Benimki (benim sığınağım, evim) ise Sen’sin.”3
Harakânî dedi ki: “Bir ara Cenâb-ı Hak süslü Cennet’i Ebu’l-Hasan’ın önüne getirdi. Ebu’l-Hasan (Harakânî) Allah’a yöneldi ve: Bunu satın alacak değilim, bana Sen lâzımsın, dedi.”4
Ebu’l-Hasan Harakânî hazretleriyle benzer karakter ve meşrebdeki sûfîlerden biri de Ebû Saîd-i Ebu’l-Hayr’dır. Şeyh Ebû Saîd’in meclisinde Mâverâünnehir’den gelmiş olan birisi: “Cehennem’in yakıtı insanlar ile taşlardır” (Tahrîm, 66/6) âyetini okudu. Azap âyetleri hakkında fazla konuşmamak şeyhin âdeti idi. Dedi ki: “Yâ Rab! Mâdem ki katında taş ile insanın değeri birdir, Cehennem’i taşlarla tutuştur da bu zavallıları yakma!”5
Hz. Mevlânâ, Dîvân-ı Kebîr’deki gazellerinden birinde de şöyle der:
“Sen naz makâmında değilsin, yürü naz yapma,
Meyve olgunlaşmadan ağaçtan koparma!”10
Ma’rûf Kerhî de naz değil, niyâzı tercih eden sûfîlerdendir. Şöyle diyor: “Sûfî bu âlemde konuktur, misâfirdir. Konuğun nazı ise ev sahibine cefâdır. Edepli misâfir kendisine verilecek nimetleri bekler, naz ve iddiaya kalkışmaz”.11
Netice olarak, naz makâmı, Allah sevgisinde ilerleyip manevî bir neş’eye kavuşan velîlerin Cenâb-ı Hak ile samimî ve şakalaşır gibi konuşmaları, serzeniş ve cilveleridir. Naz makâmındaki sözleri okuyup dinlemek, yolun başındaki ve ortasındaki dervişlerin gönlüne bir muhabbet ateşi atıp onlara muhtemelen faydalı olacaktır. Ancak naz makâmına erişmeden büyük zâtları taklid ile bu tarzda sözler söylemek tasavvufî âdâba ve tevâzuya uygun değildir. Allah’ın rahmetinden çok azâbını, Cennet’inden çok Cehennem’ini duyarak büyüyen çocuklarda Allah sevgisi değil, Allah korkusu gâlip olur. Bu kişiler naz makamındaki velîlerin sözlerini okuyup dinledikçe, gönüllerinde muhabbetullah artacaktır. Niyâzında samimi olanları Cenâb-ı Hak naz makamına da eriştirir.
Dipnotlar: 1) Marmara Ün. İlahiyat Fakültesi, İstanbul. 2) Muhammed Rızâ Şefî’î Kedkenî, Nevişte ber Deryâ: Ez Mîrâs-ı İrfânî-yi Ebu’l-Hasan-ı Harakânî, Tahran 1384 hş./ 2006, s. 45; benzeri için bk. Ferîdüddin Attâr, age, s. 687. 3) Kedkenî, age, s. 46. 4) Kedkenî, age, s. 46. 5) Muhammed b. Münevver Meyhenî, Esrâru’t-tevhîd (nşr. M.R. Şefî’î Kedkenî), Tahran 1381 hş./ 2002, I, 274.
Kaynak ve devamı için: [ Ссылка ]
Ещё видео!