Ben küçükken babam çevremizdeki tüm çocukların özel günlerinde kitap hediye alırdı. Ya Milliyet Yayınları’nın Çocuk Kitapları serisinden ya da Cem Yayınevi’nin Arkadaş Kitaplar dizisinden bir düzine kitap. Sünnetler, doğum günleri, hatta bazen çocuk olan evlere yapılan sıradan ziyaretlerde elimizde hep bu iki seriden yapılmış kitap paketleri olurdu. Bilmem söylememe gerek var mı, bana zaten hepsini almaya gayret ederdi. Ben daha okuma yazma öğrenmeden önce kütüphanem dolmaya başlamıştı. Gece yatmadan önce onlar okuyorlardı bana, özellikle annem. Malum bizim peder geceleri tiyatroda görevde çoğunlukla. Sonra okul başladı, söktüm harflerin dilini, kendim daldım tüm bu serüvenlerin içine. Bizim jenerasyondan olanların Milliyet Yayınları’nın o mavi küçük kitapları gözünün önüne gelir herhalde. Neler neler okumadık ki o seriden! Pal Sokağı Çocukları, Fadik Kız, Şeytan Çekiçleri, Orman Çocuğu daha neler neler…Victor Hugo’nun Sefiller’ini de Arkadaş Kitaplar’dan okudum ben önce. Elbette çocuklar için kısaltılmış bir versiyonuydu. Alice’in Harikalar Ülkesine de Arkadaş kitaplarla daldım. Erich Kaestner diye birinin varlığından haberdar oldum. Pippi Uzunçorap’ı , Şişkolarla Sıskalar’ı okuyup, çok eğlendim. Küçük Prens’i okuyup düşüncelere daldım. Ayrıca bu ülkenin topraklarına ait bir sürü sesle de tanışmama vesile olmuştur Arkadaş Kitaplar. Nazım Hikmet, Yaşar Kemal, Aziz Nesin, Fakir Baykurt, Orhan Kemal, Ülkü Tamer, Nezihe Meriç… Edebiyatın zenginliği kanıma yavaş yavaş zerk ediliyordu. Farkında değildim tabii. Ben eğleniyordum, hüzünleniyordum, heyecanlanıyordum, işte o kadar. Bir tek çocuk olarak hiç yüz yüze gelmeyeceğim ama hep yanımda hissedeceğim dostlar ediniyordum sayfalar arasında. Bazı dostlar daha da özeldi sanki. Daha mı maceracı, daha mı dik başlı, belki de özgür. Daha mı çekiyordu beni kendine? Küçük Kara Balık vardı işte, dünyayı keşfetmeye çıkan, cesur küçük balık. Apartman dairesinde etrafı büyüklerle çevrili küçük bir kız çocuğunun hayallerini kim daha çok besleyebilirdi ki… Ve kim dünyada olup bitenlerin acımasızlığını bu küçük çocuğa daha iyi anlatabilirdi! Kitabın kapağında yazar olarak Samed Behrengi adı yazıyordu. Arkadaş Kitaplar’ın altıncı kitabı. Sonra dokuzuncu kitabı geldi "Bir Şeftali Bin Şeftali"… Ve macera sürdü hep yeni Behrengi kitaplarıyla. Zaman zaman hüzünlü, hep isyankar ve mücadeleci, haksızlıklardan, adaletsizliklerden söz eden masallar… Behrengi gönlüme taht kurdu. O küçücük aklıma binlerce soruyu soktu.
"Ben Okurum"u yapmanın en güzel yanlarından biri ne biliyor musunuz? Eski dostlara dönmek… Evet, birlikte yeni kitaplar keşfetmenin de zevki ayrı ama çocukken ya da gençken okuduğum kitaplara dönüp bugünden bakmak, o kitaplarla hâlâ dünyamın zenginleştiğini görmek mutlu ediyor beni. Hele bunu sevdiğim arkadaşlarımla yapmak, paha biçilmez. Aynı dili konuştuğumuzu bir kez daha hissetmek.
Evet efendim, "Ben Okurum"da bu kez Samed Behrengi’nin ölümsüz masalı "Küçük Kara Balık"ı konuşuyoruz. Hem de gazeteci yazar Mine Söğüt ile. Dikkatli dinleyin, siz de duyacaksınız! O da bir küçük kara balık.
“Bir zamanlar bir küçük kara balık vardı. Bu küçük kara balık, sarp kayalıklardan süzülüp gelen suların oluşturduğu bir derecikte annesiyle birlikte yaşardı. Üzeri yosunla örtülü kara bir kayanın altındaydı yuvaları. Bu küçük kara balık, oldum olası, yuvalarını ay ışığının aydınlatmasını özler dururdu. ‘Hiç olmazsa bir kez olsun aydınlansa’ derdi. Anne balıkla yavru balık, sabahtan akşama kadar bu derede yüzerler, arada bir öbür balıkların arasına katılırlar, bu sığ suda bir gider bir gelirlerdi. Küçük kara balık, annesinin tek yavrusuydu. Annesinin bıraktığı on binlerce yumurtadan sağ kalan bir oydu.
Ne çare ki küçük kara balık son günlerde derin düşüncelere dalmıştı. Canı konuşmak bile istemiyordu.
Ardı sıra isteksiz, neşesiz yüzmesi, annesinin de gözünden kaçmamıştı. Anne balık, yavrusunun bu durumuna üzülüyor, ‘nesi var acaba? Hasta olmasın sakın? Belki hafif bir kırıklığı vardır, kısa sürede iyileşir’ diye düşünüyordu.
Oysa küçük kara balık hasta değildi. Onun bambaşka bir derdi vardı.
Bir sabah erkenden, daha gün doğmadan, küçük kara balık annesini uyandırdı:
“Anneciğim, seninle konuşmalıyım” dedi.
Annesi uyku sersemliği içinde:
“Acelen ne sevgili yavrum?” diye sordu. “Önce sabah gezintimizi yapalım, sonra konuşuruz.”
“Olmaz anne. Artık ben bu gezintilere çıkmak istemiyorum. Buralardan gideceğim.”
“Buralardan gidecek misin?”
“Evet anne. Hemen gitmek istiyorum.”
“Sabahın bu erken saatinde nereye gideceksin yavrum?”
Bunun üzerine küçük kara balık:
“Bu derenin bittiği yeri merak ediyorum,” diye karşılık verdi. “Ah anne, bu soru beni aylardır düşündürüyor. Derenin nerede bittiğini öğrenmem gerek. Bugüne kadar bu soruya bir karşılık bulamadım. Geceleri gözüme uyku girmiyor. Sürekli bunu düşünüyorum. Kararımı verdim anne, gidip derenin nerede bittiğini öğreneceğim.”
#denizyücebaşarır #benokurum #minesöğüt #samedbehrengi #küçükkarabalık #canyayınları
Ещё видео!