SESLİ ÖYKÜ
Saatçi Çırağı ve Tik Taklar
Seslendiren: Ubeydullah Öz
Yazan: Dilek Altundağ
Truva Edebiyat Dergisi
***
SAATÇİ ÇIRAĞI VE TİK TAKLAR
Ne zaman Bankalar Caddesi'ne uğrasam gözüm bir saatçi dükkânı arardı bir de sahafların vitrinlerinde eksik etmediği şu meşhur kitap, “Saatleri Ayarlama Enstitüsü”nü. Hayatımda iz bırakan bu kitabı gençlik yıllarımda okumuştum. Ondan etkilendim olacak. Belki de o yüzden değildir. İşte caddelerde bir saatçi dükkânı göreyim hele. İçimdeki gençlik, dostluk, sevgi kıpır kıpır oluverirdi.
Saatçi dükkânının vitrininde bir köstekli saatin bir guguklu saatin gözlerimin içine baktığını görürdüm. Ahşap, bakır, emaye, pirinçten yapılmış saatler… Hepsi ayrı telden ses çıkarırdı.
Tik-tak… Tik-tak…
Yeni moda dedikleri saatlere rağbet artınca antika saatler tozlu raflarda unutulmuştu şimdilerde. Osmanlı zamanında tacirlerin Galata Limanı’na getirdiği antika saatler dikkatimi daha çok çekerdi. Bütün saatler sanki bu küçücük dükkânın içinde görsel şölen yapardı. Zamanın kalbi burada atardı âdeta.
***
Yıllar önceydi. Kısa boylu, kambur, elleri kıl yumağı gibi ihtiyarlamış babam elimden tutup köylümüz Saatçi Harun Usta’nın dükkânına getirdi beni. Bizi görünce çok mutlu oldu, Harun Usta. Tezgâhın arkasında saatleri tamir eden oğluna çay söyletti.
Babam Harun Usta’ya köyü, o da babama şehirde işlerin nasıl gittiğini anlattı. Konuyu bana getirdiler. Okulumun bittiğini, benim bir ustanın yanında zanaat öğrenmemi istediğini söyledi babam. Harun Usta’nın yanında hatırımız çoktu. Bunu sonraları daha iyi anlayacaktım. Oğlu Tahsin şehir dışındayken dükkâna göz kulak olacak birini aradığını söyledi usta. Hatta yalnız yaşadığı evinde bile kalabileceğimi duyunca heyecanlandım. Onlar konuşmaya devam ederken saatlere dokunmaya başlamıştım. Tahsin, ben saatlere dokundukça ters ters baksa da içimde kelebekler uçuşuyordu. Ona daha ilk günden ısınamadım.
Babam, köy dolmuşlarının kalkacağını söyleyerek ustadan müsaade istedi. Beni ustama emanet ederken evde de sıkı sıkıya tembihlediklerini tekrar etti. Bir hata yapmışım gibi çenemi yukarı kaldırarak söz vermemi istedi. Ona yüzünü kara çıkarmayacağıma, akıllı olacağıma dair söz verdim. Babamdan korktuğumu anlayan kavruk tenli, orta yaşlardaki ustam sakinleşmem için gülümseyerek başımı okşadı. İlk günden sevmeye başlamıştım onu.
***
Ustam çok kitap okurdu. Karşı dükkândaki sahaftan ödünç kitaplar alırdı. Saatleri her gün kurar, siler, okşardı. Saatleriyle konuşurken görürdüm onu. Annem de köyde tenekelerde beslediği çiçekleriyle konuşurdu. Ustamın bu durumunu garipsemezdim. Saatlerle konuşmak zamanla bende de alışkanlık yaptı. Hatta Tik-tak ismini bile koydum onlara. Tik-taklarla anlaşmaya başladım.
Ustam öğle ezanına kadar Tik-takları tamir ederdi. Babamın tarlayı nadasa bıraktığı gibi saatleri dinlendirir, sıra yavrularımda, derdi. Kitaplarını eline alır, sayfalarda kaybolurdu. Kara kaplı, tozlu, cildi bezinden ayrılmış tarihi defterine notlar alırdı. Saatleri Ayarlama Enstitüsü kitabını başucundan ayırmazdı. Kitaptan bazı bölümler de okurdu bana. Hayri İrdal’i kendime, ustamı da Nuri Efendi’ye benzetirdim. Hayri İrdal da hayatı benim gibi ustasından öğrenmişti. Ustamdan cüsseli olsam da onun yanında sesim tiz, cılız çıkardı. Ustama kitaplarla aramın olmadığını ama bu kitabı beğendiğimi söylerdim. O, babam gibi değildi. Hiç kızmazdı bana. Kafasını önüne eğip sadece gülümserdi.
Ustam; üç arşınlık rakkaslar, beş buçuk arşınlık saatler, çapı bir arşından büyük çarkların çizimlerini yapıp dururdu. Her gün aynı ritimle çalışır düzenini devam ettirirdi. Saat çarklarının, sarkaçların, taksimatların, zembereklerin arasında harikalar yaratıyordu.
Bir gün Çavuş köyünün muhtarının saatini tamir ettim kendi başıma. Saatin mihverinde yeni bir diş açarak ikinci ibreyi taktım. Akreple yelkovanı çark düzeneğine iki dişli daha ilave ettim. Ustamdan öğrenmiştim bunları. O, kitaplardan öğrenirdi çoğu bilgiyi. Takiyyüddin de öyle yazıyormuş. “Aman ha. Ayarını kaçırma. Dikkat et!” diye uyarırdı beni. Ustamın sesiyle saatlerin tıkırtısı ritim yapardı âdeta. Tik-tak… Tik-tak… Çavuş köyünün muhtarı bizi izleyip hayran kalan ses tonuna yüklenerek, “Harun abi, çırağın elini iyice almış. Sırtın yere gelmez artık.” deyince o da gururlandı. “Doğru söylüyorsun muhtarım. Boynuz kulağı geçti.”
Ustam işten erken ayrılırdı. Ben de masanın altına kurduğum tezgâhta elimde kalan işimi bitirirdim. Bankalar Caddesi ıssızlaşır. Karanlık çökerdi sokaklara. Duvar saatlerinin ışığıyla çalışmayı severdim.
Bir gün tamir işleriyle uğraşırken kapının altından dumanlar sızdığını gördüm. Kesik kesikti. Yutkunamıyordum. Öksürüklerim arttı. Etrafa bakıp yanık kokusunun bizden olmadığını anladım.
...
Dilek Altundağ
Ещё видео!