Ortaokuldaki bir şeyi hatırlıyorum hep. Orta üçteydim, okulun bahçesinde bir kitap sergisi kurulmuştu. Sabah ilk ders bizim sınıf öğretmenle birlikte sergiye inmiştik. Öğretmen hepimizden bir kitap incelememizi istemişti. Sonra sergideki görevlilerden biri bana bir kitap uzattı. Uzun saçlı, saçları bağlı bir üniversite öğrencisi. Hani öyle herkesin hoşlanacağı bir tip değildi ama yakından bakınca gözleri çok güzeldi. Dirseklerini kitaplara dayamış, öne doğru eğilmiş bana verdiği kitabı anlatıyordu. Elleri de çok güzeldi. Kitapları öyle değişik bir tutuşu vardı ki, böyle sayfaları çevirişi.
Her teneffüs sergiye gidiyordum, tabii onu görmek için. Yani bana yeni bir kitap göstersin diye. Sonra son teneffüs sergiye çıktığımızda baktım toplayıp gitmişler. Öyle, kitapların üzerinde sergilendiği pinpon masaları boş, boş sandalyeler, yere düşmüş birkaç ayraç, buruşturulmuş kâğıtlar filan. Kendimi terk edilmiş gibi hissetmiştim. O beni terk etmişti. Sonra sınıfa dönüp derste gizli gizli ağladım. Tabii sonra unuttum. O duygular, düşünceler filan silindi. Ama o gün büyüdüm sanki ben. Yani öyle birdenbire büyümek zorunda kaldım, o gün.
Ещё видео!